Zamanın Ehemmiyeti
- Furkan Gevrek
- 24 Eki 2017
- 3 dakikada okunur
Yaklaşık bir aydır bloğumda yazı yazmaya fırsat bulamıyorum. Uzun zamandır buraları ihmâl ettim. Fakat inşaallah bundan sonra en azından haftada bir de olsa yazı yayınlamaya çalışacağım. Dile getirmek istediğim belki onlarca mesele var belki fakat dediğim gibi bunları kaleme dökecek yeterli vakit bulamıyorum. Bundan sonra zamanımı daha verimli kullanıp, inşaallah bu sorunu ortadan kaldıracağım. Bu vesileyle bu yazımda vakit üzerine birkaç kelam etmek istiyorum.
Zaman mefhumu dinimizin pek kıymet verdiği, en güzel şekilde değerlendirilmesini öğütlediği büyük nimetlerdendir. Birçok hadis-i şerifte ve ayette bu mevzuya dair tavsiye ve hükümler bulabiliriz. Aynı zamanda dinimizin yapılmasını istediği birçok ibadet sadece belirli zaman dilimlerinde yapılabiliyor. Bunun yanında bazı ibadet ve durumlarda da belirli bir vaktin geçirilmesi gerekiyor. Zamanla alâkalı ibadetlere bakacak olursak, bunlar: Hac,zekât, fıtır sadakası, kurban, sefer, mestler üzerine mesh, süt emzirme, talak, iddet, ric’î, talakla boşanan hanıma geri dönme, nafakanın ne kadar süreyle verileceği, borcun süresi, rehnin süresi, misafirlik müddeti, akika kurbanının kesileceği süre, borcun süresi, hayız müddeti, nifas müddeti ve en mühimi olan dinimizin direği olan namaz. Bunların haricinde olan yine birçok ibadete dinimiz tarafından hep belirli bir zaman tayin edilmiş. Tabi ki bunda büyük bir hikmet var. Şimdi ayet-i kerime, hadis-i şerif ve geçmiş zaman alimlerimizin hayatlarından misaller sunarak meselemizi izah edelim.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde “İki nimet vardır. İnsanların çoğu bunlar(ı değerlendirme)de aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” buyurmuşlardır. Evet, bu iki büyük nimeti değerlendirme hususunda biz insanların ekseriyeti aldanmış bir durumda. Şöyle bir kendimize baktığımız zaman, ne kadar çok boş ve faydasız konuşmalar yaptığımızı, gereksiz insanlarla vakit geçirdiğimizi, ihtiyacımız olmayan nice yemek yediğimizi, bizi ilgilendirmeyen işlerle meşgul olduğumuzu, hiçbir neticesi olmayan toplantılara katıldığımızı farkederiz. Halbuki ağzımızdan çıkan her sözden, geçirdiğimiz her andan, yaptığımız her fiilden Allah katında mesul olacağız. Öyleyse bunları yapmamaya gayret gösterelim.

Zamanı değerlendirme hususunda geçmiş zaman alimleri çok hassaslardı. Öylesine hassaslardı ki, bir anlarını bile boşa geçirmek istemiyorlardı. Nitekim tabiin alimlerinden Hasan-ı Basrî (r.a.) şöyle demiştir: Öyle insanlar gördüm ki sizlerin dirhemler ve dinarlara karşı olan hırsınızdan daha ziyade yaşadıkları vakitlere hırslı idiler.” Onların zamana karşı olan hassasiyetleri bizler tarafından uçuk karşılanabilir fakat dinimizin verdiği kıymeti anlatması açısından birkaçını müşahhas olarak burada paylaşacağım.
Tabiinin zahidlerinden Âmir ibn Abdikays’tan rivayet edilmiştir. Bir adam kendisine, “Benimle konuşur musun?” diye sorar. O da ona şöyle cevap verir: “Güneşi yerinde tut, seninle konuşayım.” Yani geçirilen zaman o kadar kıymetli ki faydasız bir konuşmayla geçirmek istemiyor.
Yine beni etkileyen çarpıcı misallerden birisi de İmam Ebû Hanîfe’nin arkadaşı ve talebesi, 3 Abbasi halifesinin kadısı olan Kâdî’l-Kudât (Kadılar Kadısı) İmam Ebû Yûsuf’a ait. Talebesi Kâdî İbrâhîm ibn Cerrâh el-Kûfî Sümme’l-Mısrî aktarıyor:
Ebû Yûsuf hastalandığında ziyaretine gittim.Yanına girdiğimde baygın hâlde buldum. Ayılıp kendisine gelince, “Ey İbrâhim! Şu mesele hakkında ne dersin?” dedi. Ben ise “Bu durumda bunu mu müzakere edeceğiz?” deyince, şöyle dedi: “Bir beis yok. Bu meseleyi tetkik edelim ki belki bilmeyen bir kimse öğrenip kurtulur.”
Daha sonra şunu söyledi: “Ey İbrâhîm! (Hac menasikinde) hangi taş atma daha faziletlidir? Yürüyerek mi yoksa binekli olarak mı? Ben, “Binekli olanı” dedim. “Hata ettin” dedi. “Yürüyerek” dedim. Yine “Hata ettin” dedi. “Allah sizden razı olsun, o hâlde siz söyleyin” dedim. O da şöyle açıkladı:
“Dua için durulan cemrelerde efdal olan yürüyerek taşları atmaktır. Dua için durulmayan cemrelerde ise efdal olan binekli olarak atmaktır.” Sonra yanından kalktım. Evinin kapısına varmıştım ki ağlaşmaları duydum. Anladım ki vefat etmişti. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.”
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz” hadis-i şeriflerinin en müşahhas misali. Hayatının son deminde bile talebesine bilmediği bir hususu aktarıyor. İmam Ebû Yûsuf gibi birkaç âlim daha hayatının son deminde böyle ilmî müzakereler yapmıştır. Allah onlardan razı olsun. Bizlere de içerisinde bulunduğumuz zamanının ehemmiyetini idrak edebilenlerden eylesin.
Kendi cümlelerimle bir şeyler anlatmak yerine işte böyle alimlerimizin hayatlarından misaller vererek meseleyi daha anlaşılır kıldığımızı zannediyorum. İnşaallah faydalı olmuştur. Şimdilik bu meseleyi burada nihayetlendiriyorum. Fakat bu mesele üzerine yazmaya devam edeceğim inşallah. Selametle…
Kaynak: Yazımı hazırlarken "İslâm Âlimlerinin Gözüyle Zamanın Kıymeti" adlı eserden faydalandım. Sizlerinde okumasını tavsiye ederim.
Comments