top of page

Burkina Faso Seyahati - 1

  • Furkan Gevrek
  • 15 Eyl 2017
  • 4 dakikada okunur

Bu sene 2017 Kurban çalışmaları çerçevesinde İHH İnsani Yardım Vakfı vesilesiyle Burkina Faso'ya gittim. Bugün -ne zamandır yazmayı planladığım- ülkeye ait edindiğim bilgileri ve gözlemleri elimden geldiğince paylaşacağım. Bu hem bendenizin bilgi ve gözlemlerini uzun süre muhafaza etmesini sağlayacak hem de çevremin gittiğim ülke hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayacaktır. İlk yurt dışı deneyimim olan bu seyahat bana Afrika için farklı bir bakış açısı kazandırdı. Çünkü giderken hayalini kurduğum ülkeyle gittiğim ülke arasında çok mühim bir fark vardı. Yazımda bunun sebeplerini izah etmeye çalışacağım.İnşaallah istifadeli bir yazı olur.

Evet, giriş cümlesinde de belirttiğim gibi 2017 Kurban Çalışmaları şümulünde (kapsamında) 10 kişilik bir ekiple Burkina Faso'yo gittik. 28 Ağustos Pazartesi günü saat yaklaşık 18:30 gibi uçağımız Atatürk Havalimanı'ndan kalktı ve Burkina Faso'nun saatiyle 21:10'da başkent Ouagadougou (Ogadugu veya Vagadugu olarak telaffuz ediliyor)'ya inmiş olduk. (Türkiye ile Burkina Faso arasında 3 saatlik bir fark var. Türkiye saatine göre gece 00:10'da indik yani) Ülkeyle ilgili kanaatlerim de havalimanında başlamış oldu. Ouagadougou Havalimanını görünce bir şaşkınlık yaşadım. Çünkü inanılmaz derecede küçüktü. Çok geçmeden adını bile yaklaşık 5-6 ay önce öğrendiğim bir Afrika ülkesi olduğu aklıma gelince bu şaşkınlığım kendiliğinden gitmiş oldu. Havalimanın büyüklüğünü tarif edecek olursam, İstanbul otogarının onda biri etmez diyebilirim. Otoparkı da yine öğrenim gördüğüm üniversitenin yarısı kadardı.

(Ouagadougou Havalimanı)

Havalimanı'nda işlemlerimizi hallettikten ve bavullarımızı aldıktan sonra İHH'nın Burkina Faso'daki partner kuruluşu olan OSEH (Organisation Pour Le Secours Humanitaire) Vakfı'nın başkanı olan Yakup abiyle buluştuk. Bizi samimi bir şekilde, içtenlikle karşıladı. Ardından havalimanına çok yakın bir mesafede bulunan otele geçtik. Gittiğimiz otel oranın güzel otellerinden biriydi. 3 yıldızlıydı. (Tabiki buradaki 3 yıldızla aynı düşünmeyin. Arada muazzam bir fark var.) Açıkçası ben psikolojik olarak kendimi kötü senaryolara hazırladığım için herhangi bir sıkıntı yaşamadım. O kadar hizmeti bile beklemiyordum diyebilirim. Netice olarak herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadan otele geldik ve ertesi gün için dinlemeye başladık.

Salı günü sabah saatlerinde dinlemiş bir vaziyette kalktık. Kahvaltımızı yaptıktan (aslında pek yapamadık) sonra hazırlandık ve öğlene doğru Türk Hava Yolları'nın Burkina Faso Müdürü'nü ziyaret ettik. Kendisi bizlere ülke hakkında bir takım bilgiler verdi. Ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyolojik durumuyla alâkalı edindiği malumatları bizimle paylaştı. Burkina Faso'nun yatırımlara açık bir ülke olduğunu ve Türk yatırımcılara ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Ayrıca insanların cana yakın ve samimi olduklarını, diğer Afrika ülkelerine nazaran sokaklarda daha rahat dolaşılabildiğini ifade etti. Ki kaldığımız süre boyunca bizlerde bunu müşahede ettik. Seyahatimiz boyunca sadece bir-iki kişi el hareketi yaptı. Zaten o kadarını da mazur görmek lazım. Netice itibariyle Burkina Faso uzun yıllar sömürülmüş ve halen daha el altından sömürülmeye devam eden bir ülke.

Çay içtikten sonra arkadaşların sigara için balkona çıktıkları esnada Yakup abiyle baş başa kaldık ve kendisine bu mevzuu hakkında sorular sordum. Yakup abi Türkiye’de de tahsil görmüş, kendisini yetiştirmiş, ülkesinin tarihini bilen donanımlı birisiydi. Kendisi bana bizlerinde tarih kitaplarında okuduğu üzere bu meselenin başlangıcının İstanbul’un Fethi olduğunu, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u ele geçirmesiyle dünyanın ticaret merkezini ele geçirdiğini bu sebeple de Avrupalıların coğrafi keşiflere başladığını söyledi. Tabi ardından meydana gelen sömürge yarışı hikâyesini hepimiz biliyoruz. Fransa da bu sürece dahil oluyor ve Batı Afrika’yı hem hammadde kaynağı hem de insan kaynağı olarak sömürüyor. Bunları az çok bizlerde biliyoruz. Fakat bilmediğimiz nokta şu: Tarih kitaplarında ve internette araştırma yaptığınız zaman Fransız sömürgesinin 19. yüzyılın sonlarında başladığını görürsünüz. Hâlbuki Fransızlar o coğrafyaya 15. Yüzyılın sonları, 16. Yüzyılın başlarında gelmişler. Yani aslında 300-400 senelik sömürge geçmişlerini gizlemeye çalışıyorlar. Maalesef bizlerde yeterince araştırma yapmadığımız için onların bizlere sundukları bilgilerle yetiniyoruz. Böylelikle bir bakıma sömürülerini devam ettiriyorlar diyebiliriz. Yakup abi üniversite tezini bu alanda yaptığı için verdiği bilgiler kıymetliydi.

Az evvel yukarıda bir-iki kişinin el hareketi yapması da bu sömürü mevzuuyla alâkalı. Çünkü son zamanlarda ülkenin bir kısmı Fransa’nın yakın geçmişe kadar kendilerine yaptıklarını ve el altından sömürmeye devam ettiklerini öğrenmiş. Dolayısıyla bir nefret oluşmuş. Verdikleri tepki de bu yüzden. Ayrıca biz gitmeden bir hafta kadar önce bir Türk restaurantı silahlı saldırıya uğramış ve 17 kişi öldürülmüş. Ülkede terör olayları pek yaşanmadığı için halk bu olaydan sonra ciddi bir tedirginlik yaşamaya başlamış. Bu da verdikleri tepkinin bir başka sebebi. Hatta bu yüzden sokaklarda fotoğraf çekmememiz söylendi. Gayri ihtiyari birkaç kez fotoğraf çekmeye meylettim fakat bir keresinde karşımdaki tepki gösterince hemen kapatmak zorunda kaldım. Bu sebeple şehir içerisinde fotoğrafları aracın içerisinden çekmek durumunda kaldım.

Ziyarete geri dönecek olursak, THY Müdürü Emrah abi kendisinin gerçekleştirdiği faaliyetlerden de bahsetti. Bizlerde çalışmalarımızdan bahsettik ve ardından oradan ayrıldık.

(Başkentte namaz kıldığımız camii)

Yakınlarda bulunan bir camide namazımızı kıldıktan sonra OSEH derneğine gittik. Derneğin önüne geldiğimizde insanların hasırlar üstünde cemaatle namaz kıldığını gördük. Ve bu hemen hemen her yerde vardı. İnsanlar 15-20-25 hatta bazen çok daha fazla kalabalıklar halinde dükkanlarının önünde namaz kılıyorlardı. Namazlarını gerçekten bir ciddiyet içerisinde ve ta'dîl-i erkâna riayet ederek eda ediyorlardı. Abdest alma hususunda da aynı hassasiyeti gözlemledim. Abdestlerini, çaydanlığın demlik kısmına benzer plastikten yapılmış ibriklerden alıyorlar. (Aşağıdaki fotoğrafta yerde gözüküyor. Yerel bir ismi vardı fakat unuttum.)

Dernekten ayrıldıktan sonra yaklaşık 40 km uzaklıkta bulunan Timsah Parkı'na gittik. Burada timsahları izledik ve fotoğraf çektik. Açıkçası benim pek hoşlandığım bir yer değildi. Bu yüzden uzaktan izlemekle yetindim. Ardından akşam yemeğini yemek üzere tekrar şehir merkezine geldik. Maalesef bu esnada acı bir gerçeği öğrenmiş olduk. Şehirde bulunan restaurantlardan sadece bir tanesinin sahibi Müslümanmış. Lübnan’lıların işlettiği “Laa Vita Ouaga” restaurantı. Bu restaurantın şehir içerisinde farklı yerlerde üç tane zinciri varmış. Biz de seyahatimiz boyunca bunlardan iki tanesine gittik. Fakat asıl acı olan hadise şu ki bu Müslüman restaurantında bile içki satılıyordu. İçki ülkenin köylerine kadar her yerine girmiş. Maalesef Burkina Faso’da içkisiz mekân bulabilmek imkânsız. %62’si Müslüman olan bir ülkede bu durumla karşılaşmak bize üzüntü verdi.

Burkina Faso’daki ilk günüm böylece geçmiş oldu. Yazı uzun olduğu için şimdilik bu kadarla yetiniyorum. İnşaallah yazıma devam edeceğim. Sağlıcakla kalın…


 
 
 

Kommentare


© 2023 by Jessica Priston. Proudly created with Wix.com

bottom of page