Harf İnkılâbı ve Dil Devrimi'nin Gayesi - 3
- Furkan Gevrek
- 10 Eyl 2017
- 3 dakikada okunur
Gayesi
Harf inkılâbından sonra Türk Dil Kurumu'nun öncülüğünde gerçekleştirilen Dil İnkılâbı sürecinde Arabî ve Fârisî menşe'li kelimeler dilimizden tasfiye edilirken 35 bin yeni kelime uydurulmuş, uydurulamayan kelimelerin yerine Batı dillerinden kelimeler alınmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere, mesele, yabancı dillerin etkisinden arındırılmış bir Türkçe değil, İslâmiyet vasıtasıyla dilimize girmiş binlerce Kur'ânî kelimenin dilimizden tasfiyesidir. Peki bunu neden yaptılar? Birçok edibimizin ifâde ettiği gibi bizler kelimeler ve mefhumlar vasıtasıyla tefekkür ve tahassüs gerçekleştiririz. Hâfızamızdaki kelimeler Kur'âni olduğu sürece bizler İslâmî tefekkür ve tahassüse devam edeceğimizden dolayı İslâmîyetten kopmamızı isteyenler böyle bir girişime teşebbüs etmişlerdir. Harf inkılâbının gayesini İsmet İnönü hatıratında şöyle belirtmiştir: “Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”

Harf ve dil inkılâbı tam mânâsıyla gayesine ulaşamamış olsa da bizlerin geçmişle ve İslâmla olan bağları zayıflamıştır. Kapanması uzun zaman alacak hatta bir kısmı belki kapanmayacak derin yaralar açılmıştır. Esef ettiğimiz durum şudur ki, milletimizin büyük bir kısmı bunun bile farkında değildir. Peyami Safa, okumanın ehemmiyetine dair yazdığı bir fıkrasında geçmişimizle bağlarımızın koparılıp kendimize yabancılaştığımızı şöyle ifade ediyor: "Fakat bizim gençlerimiz ne okusunlar? Arap harfleri bilmedikleri için yüzlerce yıllık muazzam bir kültür mazisi onlara kapalıdır. Divân edebiyatını okuyamazlar. Tanzimat, Edebiyatı Cedide, Fecriâtî, onlar için, bir liralık kitapların cılız ışığı altında, karanlıkta kalan bir his ve heyecan âlemidir. Nâima'yı müstehzî üslûbunun ve dilinin hususiyetleri içinde okuyamazlar. Peçevî'ye, Evliya Çelebi'ye ve daha nicelerine karşı idraklari kördür." Maalesef bizler yüzlerce yıllık medeniyetimizin bizlere hediyesi olan bu mühim eserleri okuyamıyoruz. Tarih, hukuk, tıp, edebiyat vb. alanlarda binlerce yazma ve basma eser barındıran Süleymaniye, Bayezıt vb. onlarca kütüphanemiz maddî mânâda değil fakat mânevî mânâda bizlere kapalıdır. Ayrıca Osmanlıca'yı öğrenip bu güzide eserleri okuyabilsek bile dilini anlayamayacağız. Çünkü harf inkılâbı dil inkılâbının tamamını değil sadece bir parçasını ihtiva etmektedir. Peyami Safa devamında şu soruyu soruyor: "Baştanbaşa yanlış tercümelerle dolu yabancı eserlerin dışında, bir genci millî düşüncenin köklerine, millî heyecanın tarihine ve gelişme safhalarına bağlayacak eserler nerede?" Bugün kullandığımız Türkçe ile gençleri ve bütünüyle Türk halkını millî düşüncenin köklerine ve millî heyecanın tarihine ve gelişme safhalarına bağlayacak eserler üretilememektedir. Dolayısıyla ileride ülkeyi idare etme makamına gelecek olan gençlerin millî ve manevî duyguları tam mânâsıyla gelişememektedir. Bu da ülkemiz için ciddi mânâda tehlike arz etmektedir. Harf İnkılâbı’nın ve Dil Devrimi’nin gayesinin okuma yazma oranını artırmak olduğu söylenmiştir. Son zamanlarda bunun da aksini iddia eden tarihçiler bulunmaktadır. Fakat ne olursa olsun, yani okuma yazma oranı artsa bile bu devrim için bir dayanak olamaz. Nitekim geçen yüzyılın mühim münevverlerinden Sâmiha Ayverdi:
“Dilsiz bırakılan bu gençlik, okumaktan, öğrenmekten, araştırmaktan ve millî değerlerini, millî kültürünü bilmekten mahrum bırakıldığı için, mekteb adedi artsa da, okur yazar kütle çoğalsa da, memleket gene de câhil münevver salgınını önlemiş olamıyor.”
ifadelerini kullanmıştır. Yani memlekette okur yazar oranının artmasına mukabil câhillik önlenememekte bilakis artmaya devam etmektedir. Tabi bu da meselenin çözümünün yanlış yerde arandığının en büyük delilidir.
Harf İnkılâbının ve Dil Devriminin gerçekleşmesiyle birlikte maarif (eğitim) sahasında ciddi mânâda sıkıntılar yaşanmıştır. Tarihine, geçmişine yabancı hatta düşman bir nesil meydana gelmiştir. Bununla beraber Batı’dan gelen her şeye medeniyet gözüyle bakıp sorgulamadan alan bir nesil ortaya çıkmıştır. Zamanla dinine yabancı, dahası seküler bir anlayışa sahip olan nesil mâzisine uymayan işlere girişmiştir. Bu da millî bir lisan olmadan millî bir maarifin olamayacağını ispat etmiştir.
Millî lisan olmadan millî maarif olamaz. Çünkü millî bir maarif için kendini, tarihini, mâzisini, dinini bilen bir muallime, mürebbiye ihtiyacımız vardır. Bir Türk gencine ancak bu seviyedeki bir muallim ders okutabilir. Henüz kendisini tanıyamamış, içerisinde doğup büyüdüğü medeniyeti idrak edememiş bir fertten muallim olmasını bekleyemeyiz. Böyle birisine milletin kaderini tayin edecek çocuklar emanet edilemez. Ayrıca bizler kendi tarihimizi, kendi kelimelerimiz yerine başka milletlerin kelimeleriyle ifade ettiğimizde millî şuur ortadan kalkacaktır. Bu ise bir milletin karşı karşıya kalacağı en büyük felakettir.
Bu meseleye müşahhas bir misal verelim. Mesela bugün “cihad” mefhumunun ders kitaplarında okutulacak olması bu çerçevede değerlendirilirse çok isabetli olduğu ortaya çıkacaktır. Türk milletinin yüzyıllar boyunca nizâm-ı âlem ve ilâ-i kelimetullah için savaşması cihad mefhumu dışında izah edilecek olursa gaye sağlam bir temele oturtulamaz ve neticede bu işin barbarlık adına yapıldığı iddia edilir. Ki zaten zaman zaman televizyon, gazete ve dergilerde bu durumlarla karşılaşılmaktadır. İşte bunun sebebi lisan meselesinin ortaya çıkardığı şuursuzluktur.
(devamı yarın...)
Not: Karikatür, Ramiz Gökçe'ye ait olup 13 Ağustos 1928 tarihinde Akbaba dergisinde yayınlanmıştır.
Commentaires