Dilin Ehemmiyeti
- Admin
- 7 Eyl 2017
- 2 dakikada okunur
İnsanlar fıtratları gereği hayatlarını birarada sürdürmektedirler. İlk insandan bu yana insanlar daima topluluk hâlinde bulunmuş, zorlu hayat şartlarına beraber göğüs germişlerdir. İnsanlar sevinçlerini ve acılarını birbirleriyle paylaşmışlar, kimi zaman ağlayıp kimi zaman ise gülmüşlerdir. Sahip oldukları fikir ve duyguları birbirlerine karşı ifade etmişlerdir. İşte bunu yaparken de iletişim aracı olarak dili kullanmışlardır.
Dinî inancımıza göre Allah (c.c.), Hz. Adem’i (a.s.) yarattığı zaman ona eşyaya ait bütün varlıkların isimlerini öğretmişti. Nitekim bu durum kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Sûresi’nde şöyle ifade edilmektedir:
“31. (Allah, yarattığı) Âdem’e (eşyaya ait) bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi! Görüşünüzde doğru iseniz onların isimlerini bana haber verin” dedi.
32. (Melekler de: “Yâ Rabbi!) Seni (bütün noksan sıfatlardan) tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Her şeyi hakkıyla bilen, ‘hüküm ve hikmet sahibi’ mutlaka o sensin sen” demişlerdi.
33. (Bunun üzerine Allah:) “Ey Âdem! Eşyanın isimlerini onlara (hemen) haber ver” dedi. (Âdem de onların) isimlerini onlara bildirince (Allah): “Ben size, göklerin ve yerin gaybını (sırlarını/hikmetini) bilirim, (ayrıca) açıkladığınız ve gizlediğiniz her şeyi bilirim, dememiş miydim?” dedi.” (Feyzü’l Furkân)
Yine Hz. Âdem, eşi Hz. Havva ile birlikte yasak meyveyi yiyince cennetten dünyaya gönderilmiş ve burada Allah’tan öğrendiği kelimelerle tevbe ettiği ayetlerin devamında bizlere bildirilmiştir.
“37. Bunun üzerine Âdem, Rabbinden aldığı birtakım kelimeleri belledi (öğrendi ve onlarla O’na tevbe etti, yalvardı). O da onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, (samimi dua ve kesin yapılan) tevbeyi çokça kabul edendir, çok acıyandır.” (Feyzü’l Furkân)
Bu ayetlerden hareketle Hz. Âdem’in büyük bir ilim sahibi olduğunu ve bugün ortaya atılan birtakım teorilerin aksine dilin ilk insandan bu yana hep var olduğunu söyleyebiliriz.
Dil, insanlar arasındaki en eski ve büyük iletişim vasıtasıdır. Bir milleti oluşturan fertler fikir ve duygularını yüzyıllar boyunca bu şekilde birbirlerine aktarmışlardır. Bunun yanında insanoğlu sahip olduğu ilim ve tecrübeleri sonraki nesillere yine bu vasıta sayesinde aktarmıştır. Sahip oldukları inançları, kültürel değerleri bu şekilde devam ettirmişlerdir. Bu sebeple dile gelen herhangi bir zarar bir milletin inançlarına, kültürüne, fikir dünyasına menfi mânâda tesir edecektir. Dilin milletler için ne kadar mühim olduğunu Çin’li filozof Konfüçyüs şu şekilde ifade etmiştir:
“Bir ülkenin idaresini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü, dil kusurlu ise kelimeler düşünceyi iyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilemezse, vazifeler ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. Vazife ve hizmetin gerektiği şekilde yapılamadığı yerlerde âdet, kural ve kültür bozulur. Âdet, kural ve kültür bozulursa, adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte, bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar mühim değildir.”
Evet, dil bir millet için en mühim meselelerden bir tanesidir. Milletlerin millî şuura sahip olmaları atalarından onlara tevarüs eden dile sahip çıkmalarına bağlıdır. Bu yüzden bir milletin millî şuruyla oynamak isteyenler o milletin diliyle oynarlar. Ve bu Alman edebiyatçı Goethe’nin ifadesiyle bir millete yapılacak en büyük fenalıktır. Bizlerde yakın tarihte maalesef bu durumla karşı karşıya geldik ve dinî inançlarımızdan geleneksel âdetlerimize kadar her alanda bir çok değerimizi yitirdik. Dolayısıyla bu sözlerin ne kadar isabetli olduğunu bizzat müşahede ettik.

Netice olarak bir milletin dili sahip olduğu topraklar kadar değerlidir. Varlığını öz benliğine uygun olarak devam ettirmesi için diline sahip çıkması elzemdir. Aksi takdirde dillerini kaybettikten sonra başka milletlerin boyunduruğu altına girmeleri kaçınılmaz olacaktır.
Comments